Edoğan Akduman röportaj!

Bugün reytinge, tüketime, bireyselliğe, vicdan ve duygu sömürüsüne, sınıfsızlaşmaya, biate dayalı bir sonucun içindeyiz. Senarist, yazar oyuncu Edoğan Akduman ile röportaj.

PAYLAŞ
Edoğan Akduman röportaj!
  • 6
  • 1675
  • 1 Star2 Stars3 Stars4 Stars5 Stars (No Ratings Yet)
    Loading...
  • 14 dakika da oku
  • +
  • -

Edoğan Akduman: Sanat, doğası gereği ilericidir, devrimcidir.

Bugün reytinge, tüketime, bireyselliğe, vicdan ve duygu sömürüsüne, sınıfsızlaşmaya, biate dayalı bir sonucun içindeyiz. Yeşilçam Sineması uzun yıllar sansürle sıkboğaz edildi. Zaten hangi dönemde özgür kalabildik ki?

Bugün Ankara Halkevleri Tiyatroları’nda başlayarak 1966 yapımı “Pembe Kadın” filmi ile sinema kariyerine başlayan Atıf Yılmaz, Yılmaz Güney ve daha pek çok yapımcı, yönetmen ve oyuncu ile çalışmış gerçek usta bir sanatçıyı ağırlıyoruz. 1997 yapımı “İlişkiler” adlı dizide canlandırdığı “Avukat Ziya Bey” rolü ile hatırlayacaksınız. Ayrıca Geleneksel Türk Tiyatro sanatlarından Meddah’lığı Erol Toy’un metniyle çağdaş tiyatro anlayışına göre yeniden şekillendirerek sahneye taşıyan, yakın dönemde “Kin ve Gül” filmini senaryosunu yazan değerli hocam Sayın Erdoğan Akduman konuğumuz. Bugüne kadar sinema filmleri, televizyon ve dizi filmlerinde rol aldı. Sinema ve toplum üzerine kitaplar, eserler kaleme aldı. Kendisiyle bugün 1960 ve 1970’li yıllardan günümüze sinema ve senaryo üzerine konuşacağız.  Bu röportajı kabul ettiği için kendisine sonsuz teşekkür ederim.

Erdoğan Akduman kimdir

Hocam hoş geldiniz. Biz röportajımıza başlamadan evvel kısa bir ön bilgi verdik ama film sektörüne tam olarak ne zaman giriş yaptınız? Bize biraz o yıllardan bahsedebilir misiniz?

-Konservatuar öğrencisi iken 1966 yılında Kent Oyuncuları kadrosuna dâhil oldum ve sezon sonunda Atıf Yılmaz’ın teklifi ile Pembe Kadın filminde asistan olarak sinemaya adım atmış oldum.  Esasen sinemayla yakından ilgileniyor olduğum biliniyordu. Zeki Ökten birinci asistan, ben ikinci asistandım. Pembe Kadın’ı hem öğretmenim hem patronum olan Yıldız Kenter oynuyordu.  Bu filmden sonra Ölüm Tarlası, Kozanoğlu, Köroğlu, filmlerinde de Atıf Yılmaz’ın asistanlığını yaptım.  Oyunculuğum ise devam etti. 

-Gerek sinemanın gerekse tiyatronun en değerli yıllarıydı. Kısmi özgürlüklerin getirdiği olanaklarla hareket alını genişleyen ilerici-devrimci sinema emekçileri güzel işler başardı. İyi ve sağlam filmler üretildi. Bütün zorluklarına karşın, o yıllarda insan ilişkileri bu güne oranla çok daha düzgün, dostluklar çok daha sağlamdı. Gelecek adına kurulan hayallerin önü daha bir açıktı.

İlk kez senaryo yazmaya ne zaman karar verdiniz? İlk sinema ve dizi senaryonuz hangisi?

-Asistanlığım sırasında, Atıf Yılmaz’ın en yakınındaki kişi olan Ayşe Şasa’nın senaryoları beni bu yönde heveslendirdi. Yaşar Kemal’in “Ölüm Tarlası” adlı senaryosundan çok etkilendim ve heves olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşerek küçük öyküler yazmaya, bunları senaryolaştırmaya başladım.  Pek çoğunu sonra yırtıp attım.  Günlerim, aylarım, yıllarım tiyatroyla geçiyordu ve İstanbul’dan Ankara’ya gelmiştim. Öylesine yoğun bir çalışma içindeydim ki; ancak sezon sonu veya turnelerden artakalan zamanlarda senaryo yazmaya devam edebildim.  Nice zaman sonra, 1990’lı yıllarda yazdıklarımı gün ışığına çıkarabildim. Oyun Bozuldu,  Çarpık Anılar (Hesaplaşma), Sevginin Böylesi arka arkaya hayata geçen film senaryolarım oldu. İlk dizi film senaryom ise on üç bölümlük Üç Kişilik Dünya idi ve 1993 yılında TRT’de yayınlandı.     

Yazdığınız senaryolarda size dost ve düşman karakterleriniz oldu mu? Senaryolarınızı yarattığınız karaktere göre mi yoksa bildiğiniz, tanıdığınız oyunculara göre mi yazıyorsunuz?

-Elbette hem dost, hem düşman karakterlerim oldu. Bu bağlamda, öldürme duygusuna kapılacağım tehlikeli kişiler de, hayran kalıp gıpta edeceğim kişiler de oldu… Öfkemden önceleri daktilo tuşlarını kırdığım, bilgisayara geçtikten sonra klavye harflerini yerinden söktüğüm zamanlar oldu. Bazen karakterlerime ağladım, bazen onlarla birlikte ağladım ve gözyaşlarımla makinaya zarar verdim.  Bunları defalarca yaşadım.  Keşke daha sakin olabilsem!     

Erdoğan Akduman filmleri

-Bir senaryoda dramatik kurgu çok önemlidir. Önce öykü oluşturulur. Öyküye can veren karakterler ise hayatın akışı içinde varlığını sürdüren kişilerdir. Bunları toplumsal, sınıfsal duruşlarına göre değerlendirir, bu bilinçle hareket ederim. Hal böyle olunca herhangi bir oyuncu gözümün önüne gelmez. Bu güne kadar hiçbir senaryomda oyuncuya göre yazmayı denemedim, aklımdan bile geçmedi. Öyle ki, bu rolü kim oynar diye sorduklarında, kalakalırım, cevap veremem.

Senaryo, yönetmen, yapımcı ve oyuncu ilişkisini geçmişten günümüze değişti mi? 

-Her şey gibi bu ilişkiler de değişti. Bugün reytinge, tüketime, bireyselliğe, vicdan ve duygu sömürüsüne, sınıfsızlaşmaya, biate dayalı bir sonucun içindeyiz.  Bu durumda; senaryo, yönetmen, yapımcı ve oyuncu ilişkilerini irdelemek yerine mücadeleyi önermek isterim.

Senaryo yönetmenindir jargonuna katılıyor musunuz?

-Senaryo neden yönetmenin olsun? Senaryo bir eserdir ve yaratıcısı da yazarıdır. İzni olmadan kimsenin değiştirmeye hakkı yoktur. Yönetmen, bir filmin başkahramanıdır, hayata geçirenidir ama kabul ettiği eseri çeker, öyle olmalıdır. Kendi çerçevesinden bakarak estetik biçimlenim yaratır. Bu ona her türlü hakkın sahibi olma yetkisini vermez. Ne yazık ki bazı yazarlar senaryosunun tanınmaz hale gelmesine aldırış etmiyor.

Senaryonun dili beyazperde de mi, yoksa televizyon ekranlarında mı daha iyi karşılık bulur?

-Hiç kuşku yok ki beyazperdede karşılığını bulur.  Sinema özel ilgi alanıdır, tercihtir, seçiciliktir. Bu yüzden yelpazesi geniştir. Edebiyat eserleri de dâhil, her türlü alanla ilgilenir. Televizyon ise günlük veya haftalık tüketime dayalıdır.  Hitap ettiği geniş kitleleri göz önüne almak durumundadır.  Kanalların tercihlerine göre karşılığını bulur.

Erdoğan Akduman biyografi

Kâğıt üstünde dramatik kurgusu tamamen farklı, ancak sahnesi çekildikten sonra bambaşka bir resme dönüşen bir senaryonuz oldu mu?

-Hangisini sayayım? Bu konuda çok dertliyim.  Pek çok eserim ne yazık ki olması gerektiği gibi sonuçlanmadı. Burada eserlerimin ve yönetmenlerinin isimlerini vermek doğru olmaz. Sevdiğim, saydığım kişilerdi, ki her şeye rağmen hâlâ öyledir.

Türk film endüstrisini Yeşilçam Sineması ve Türk Sineması şeklinde ayırt etmek doğru mu? Ülkemizde bir film sektörünün varlığından bahsedebilir miyiz?

-Her ne kadar Yeşilçam Sineması’na genel anlamda övgüler yağdıramasam da, bu günkü sinemanın bel kemiğidir, oradan beslenmiştir. Çünkü aynı toplumun içinde, hep birlikte varlığımızı sürdüren, buradan beslenen ve bu günlere gelen bireyleriz. Senaryolara, yönetimlere, oyunculuklara, yapım gelişimlerine baktığımızda bunu çıplak gözle bile görebiliriz.  

-Türk Film Endüstrisinin varlığından söz edemeyiz.  Sinemamızın endüstrileşemediği kanısındayım. Film sektörü var ama endüstrisi yok.

Yeşilçam sineması ile Türk Sineması senaryo açısından ne kadar özgür? Sinemada sansürden bahsedecek olursak artık filmler, diziler internet ortamında kısmi olarak sansürsüz olarak yayınlanıyor. 1960’lı ve 1970’li yıllarda böyle bir imkân olsaydı o dönemin senaristleri neler kaleme alırdı?

-Yeşilçam Sineması uzun yıllar sansürle sıkboğaz edildi. Pek çok senaryo kuşa çevriliyordu. Bugün, o günlerle elbette kıyas edilemez ama günümüzde çok daha farklı ve dayatmacı sorunlarla karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu gün de özgürlükten söz edemeyiz. Yaş sınırlamalarına karar vericileri bir tarafa bırakırsak, oto sansür uygulamayan, en azından aklından geçirmeyen kaç yazar var acaba? Zira her alanda olduğu gibi sinemada da aba altından sopa göstermeler, meşrebine göre dayatmalar yaşamadığımızı söyleyebilir miyiz? Bunu televizyonlarda daha net görebiliyoruz. Mesela ilk aklıma gelenler; İçki şişelerinin, bardaklarının, sigaraların buzlanması. Öpüşme, sarılma sahnelerinin kesilmesi. Yasaklı kelimeler listesinin bulunması.  Neyse ki internet var diyoruz ama yeni yasa ile neler yaşayacağımızı hep birlikte göreceğiz.

-1961 Anayasası sonrasında kısmi özgürlüklerle birlikte pek çok şey değişmeye başladı. Her ne kadar özgürlükler genişlemiş olsa da, devrimci mücadele ciddi biçimde ivme kazansa da bu durum aynı oranda sinemaya yansıyamadı. Genel anlamda yapımcılar ve işletmeciler (O dönemde bölge veya kent işletmecileri vardı. Filmlerin alıcısı onlardı.) eski alışkanlıklarını devam ettiriyordu ama daha özgürce yazabiliyorduk. “Karanlıkta Uyananlar” gibi bazı önemli filmler yapıldı. Fakat bu dönem uzun sürmedi. 1971’de askeri darbeyle son buldu.

1960’lı yıllarda senaryolardaki sansür neydi? Senaryo yazarlarını deyim yerindeyse aykırı bir sahne yazmaya iten güç neydi?

-Kominizim propagandası yapmak, ima etmek, çağrıştırmak suçtu. Türk örf, adet ve geleneklerine aykırı sahneler kabul edilemezdi. Bunlar ve benzer nedenler yaratılarak pek çok gerekçe gösterilip replikler, sahneler hatta karakterler senaryodan çıkarılabiliyordu. Bunların karar vericileri sansür kurullarıydı ve sözüm ona yasaları uyguluyorlar ama dünyaya bakış açılarına göre diledikleri gibi karar verebiliyorlardı.

-Senaryo yazarlarını aykırı sahne yazmaya iten elbette dünya görüşleriydi. Ancak çoğu kez yazdığını hayata geçirme aşamasında karar verici kendisi olamıyor, sansür kılıcının hışmına uğruyor, Yeşilçam’ın işleyiş kurallarının kancasına takılıyordu.  

Geçmişten günümüze tüm dünyada tiyatro, edebiyat, müzik, resim, heykel, sinema kısaca sanatın her alanı mutlaka devrimle yolları kesişmiştir. Sanatın içindeki bu devrim açlığı nedir sizce?

-Sanat, doğası gereği ilericidir, devrimcidir. Sanatçı da aynı açıdan yaratır eserlerini. Aksi halde yaratıcılığı sıradanlaşır. İnsan ilişkilerini, doğa ile bağlantısını açıklayamaz, doğru bir çözümlemeye ulaşamaz. Yeryüzünde böyle olmayan sanatçılar elbette vardır ama her alanda olduğu gibi istisnadır. Sanat üreticisi olan sanatçı; okuyan, kendi ülkesi dışında dünyayı tanıyan, algı uçları açık, insani değerleri yüksek, bakan değil gören bir varlıktır. Hal böyle olunca devrimle yollarının kesişmesi normaldir. Dünya görüşü açısından Marksist sanatçılar azımsanmayacak düzeydedir.

Senaryo yazarı olmayı nasıl ifade edersiniz? Türkiye’de ve tüm dünyada saygınlığı nedir? Senaryo yazarı kaç para kazanıyor?

-Senaryo elbette bir edebi eser değildir. Ancak öylesine kıymetli olabilmelidir. Hikâye aşamasından başlayarak son sayfanın son noktasını koyuncaya kadar her şeyi özenle kotarılmalıdır. En küçüğünden en büyüğüne kadar karakterler, mekânlar, aksesuarlar ve bir senaryoya gereken her şey nefes almalıdır. Ne yazık ki bu böyle olmuyor/olamıyor. Hayatın akışında, kapitalizmin kurallarında buna çoğu kez izin verilmiyor.

-Dünyanın pek çok ülkesinde bildiğim kadarıyla senaryo yazarları bize göre daha bir saygınlık kazanmış durumda. Kendini kanıtlamış, değerli yazarları hariç tutarsak; Bizde, özellikle son dönemlerde “eli kalem tutan” muamelesi görüyor. Veya öyleleri tercih edilebiliyor. Bu durum karşısında ortaya çıkan eserlerin karalamadan farkı olmuyor. Yazanları suçlamak için söylemiyorum. Arz-talep ilişkisi, işi bu noktaya getirmiş durumda.

-Pek çok ülkede bir senaryo yazarı ciddi kazançlar ede edebiliyor. Hayatlarını iyi koşullarda sürdürebiliyor. Ne yazık ki bizde koşullar daha zor. Kıyaslarsak, arada büyük farkın olduğunu görürüz. Senaryo yazarlığını meslek olarak seçmek, bu anlamda büyük riske girmeyi kabul etmek olur. Ücretler, yazarına göre değişkenlik gösteriyor ama hiçbir zaman hak ediş çizgisinde olmuyor. Saygın, usta yazarlar için de bu böyle.

Yeni genç senarist adayanlarına önerileriniz neler?

-Genç yazar arkadaşlar yukarıdaki açıklamalarımdan kendilerine pay çıkaracaklardır. Ne var ki, mutlaka ilkeli olmalıdırlar. Mutlaka kendi dünya görüşleri penceresinden bakmalıdırlar. Yok öyle tarafsızlık! Tarafsızlık diye bir şey olamaz. İnandıkları hikâyeden, karakterlerinden, repliklerinden ödün vermesinler ama tartışmaya açık olsunlar.

Türk sinemasının altın çağları 1960 ve 1970’li yıllar.  Televizyonculuğun altın çağı hangi yıllar?

-Ben, ne sinemanın ne de televizyonun altın çağı diye bir dönemden gönül rahatlığıyla söz edemem. (Bir nebze, 1961 Anayasası’yla gelen kısmi özgürlükler hariç. Sonra o kadarı da elimizden alındı.) Zaten hangi dönemde özgür kalabildik ki? Zaten hangi dönemde hayallerimizi dilediğimiz oranda hayata geçirebildi ki?  

Birazda kitaplarınızdan eserlerinizden bahsedelim mi?

“Üç Devrimci Tiyatro Bir Meddah” adıyla bir anı kitabım yayınlandı. (Ayrıntı Yayınları) Bu kitapta, ülkenin griliğe büründüğü bir dönemde, 1970-80 yılları arasında yaşadıklarımı anlattım. Daha sonra, “Öyle Gittiler ki” ve “İçimdeki Eylem Planı” adıyla iki romanım yayınlandı. (Cenevre yayınları)

Hocam evli misiniz? Biraz özel hayatınızdan bahseder misiniz?

-Benim özel hayatım ne olabilir ki? Çalışmak, çalışmak… Ancak şu kadarını söyleyebilirim; Her alanda yanımda olan, mutluluğu ve huzuru yaşatan, sevgiye, saygıya dayalı bir hayat arkadaşımın varlığıyla gururluyum.  Oyuncu olan oğlumun başarılarını görerek kıvanıyor, hayallerinde yayında olmaya gayret ediyorum.  Ve elbette, ülkemin sorunlarını, eskiden olduğu gibi bu gün de dert etmekle meşgulüm. Hepsi bu!….

Film setlerinde hiç unutmam dediğiniz bir anınız var mı?

-Asistanlık, oyunculuk ve yazarlık alanlarında unutamayacağım anılar biriktirdim ama bunlar genellikle gülümsetecek şeyler değildi.  İsim vermesem bile olaylar kendini gösterecek ve açığa çıkacak. O bakımdan, anlatmasam daha iyi.

Türk dizilerindeki sabun köpüğü olayı nedir? Günümüzde senaryo doktorları var? Bu konuda neler söylemek istersiniz?

-Sabun köpüğü; Söze dayalı, izlendikten sonra geride bir şey kalmayan, zaman öldürmekten başka bir amaç taşımayan kurgusal film ya da dizilerdir.

-“Senaryo Doktoru” cümlesinin ne anlama geldiğini bilmiyorum. İşin ustası, en bilgilisi, diğer yazarlara çözüm üreten, tedavi eden mi oluyor, bilmiyorum. ”Danışman” dense belki anlayabilirdim.

Yakın zamanda projeleriniz var mı? Okuyucularımız için mesajınız nedir?

-Şimdilerde, “Bana Seni Söyle” adıyla yeni bir roman üzerinde çalışıyorum.  Ayrıca bir süredir,  “Rüya Gibi” adlı sinema filmi senaryomu hayata geçirebilmek için ona buna duyuru yaparak uygun ortam yaratmak için uğraşıyorum.

Size ve okuyuculara sevgilerimi sunuyorum.

Fotoğraflar: SenaristBir

6 Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Tüm Hakları Saklıdır! İçeriklerin kopyalanması halinde yasal işlem başlatılır!